İnsan hayatında her an belirgin bir şekilde tezahürünü gördüğümüz; ama görünmeyen iki temel donanım vardır. Onlar, hayatın seyrini değiştirme gücüne sahiptir. Yaşamla insanın savaşında en önemli silahı konumundadır. Yaşamın acımasızlığı onların etkin gücü karşısında azalır veya yön değiştirir. Yaşamdan elde edilen hayat formuna onların gücüyle ulaşılır. İnsanın duruş, davranış ve tepkilerinde onlarla anılması, değerlerini en yükseğe çıkarır. Yaşamdan hangi donanımın ne kadar koparılacağından onlar sorumludur. Hayatın edilgen ve değişken sürecindeki rolleri gereği ne kadar etkin oldukları ile değerlendirilirler; akıl ve zekâ.
Kant, yüzyıllar öncesinden seslenmektedir: “Kendi aklınla düşünme cesareti göster.” Aklın, insan hayatındaki rolünü belirlemiştir adeta. İnsanı değerlendirmesinde ise “İnsan, ayrıcalıklı bir varlıktır; bunun en temel nedeni insanda akıl yetisinin olmasıdır.” ve “Akıl, hiçbir koşula bağlı olmayana tümlüğe uzanmasından doğar.” der. Bir başka önemli görüşünde ise “İyi denilen şey, nesnenin kendisini dayatması değil aklımızın dayattığı bir yasa olmalıdır; yeter ki bu yasayı akıl kendinde bulsun, kendinden türetebilsin. Bu her insan için ‘ahlâk yasası’dır.” Böylelikle insanın kendi akıl gücüyle idrak ettiği şeyin, inandığı ahlâk olduğunu söyler. Dıştan bakan hiç kimsenin bunu tam bilmemesiyle hissedilen gizem, aslında gizli bir başkaldırı gücüdür. Asıl gücün, ifade şeklinin inandığı şey olduğunda ortaya çıkar. Elbette her doğru her yerde söylenemeyecektir; ama inandığı ne ise onun ifade edilme özgürlüğünün insanın en değerli kazanımı olduğunu bilmesi gerekir. Yaşamla savaşından hayatına kattığı değerlerin bu güçle elde edileceği bilinci, yaşama ilan edilmiş savaşın zaferi değerindedir.
Kendini kabul sürecinde kendi olarak bildiği şeyin, toplumsal yargı biçimi mi, yoksa kendi öz farkındalığı mı olduğunu, “kendi olma” bilinciyle ölçebilecektir. Bu donanımın elde edilme sürecinde doğrudan etkin olan aklın kullanılması, bu bilinci yüceltecektir. Bu farkındalık, yaşama kafa tutma bilinciyle gelişen “kendi donanım gücü” ile tezahür edebilecektir. Her insanın bunun ne kadar farkında olduğu ile değerlendirilmesi, aklın önemini anlatır. Dıştan nasıl göründüğünden bağımsız, içten nasıl hissettiğinin anlamı, kendi olma bilincinin onayı ile güç kazanacaktır. Saf gerçeklikle saf aklın aynı katmanda değerlendirilmesi, insanın gerçeğini ortaya koyarken saf bilinç düzeyini de belirler. Aklın tezahürleri arasında sayabileceğimiz; olmak, yapmak, başarmak, çözmek ve anlamak yolculuğunda etkin olması, insan hayıtındaki asıl rolünü ortaya koyar. Saf gerçekliğe ulaşma gücünün, doğrudan akıl ile olduğu fark edildiğinde; aklın kullanılma alanlarının genişliğini ve doğrudan hayatın başrol oyuncusu olduğunu kanıtlar. Elbette, aklın yetmediği durumlarda düşüncenin de yetmeyeceği kabullenmeyi öne çıkarsa da bir süre sonra bu zırh delinebilecektir. Düşünce çıkmazının tezahürü, insan hayatını sarsma gücüne sahip olduğundan, kabullenmeyi en düşük seviyede tutması başarı olacaktır. Bu düzey başarılamadığında, hayatın zorlu yolunda ilerlemek oldukça güçleşecek ve içsel ahlâk ile uyumsuzluğu öne çıkaracaktır. Bu ikilem sonucunda, motor su kaynatacak veya dönemeç dönülemeyip istenmeyen hayat kazalarına sebep olacaktır. Aklın devrede olmadığı her duygusal durum insan hayatında elbette engellenemeyecektir; ama duygusal durumlardaki zihin hâkimiyetinin her zaman yaşanılan o anın bilincini engelleyeceği bilinmelidir.
Bir başka felsefeci olan Hegel: “Düşünmenin son aşaması, akıldır ve son aşamada karşıtların özdeşliğine göre hareket eder. Varılan yeni kavram, bir olumlamadır; fakat nihai bir yargı oluşturmaz.” diyerek ulaşılan her hükmün, sabit kalmayacağını bir sonraki yeni diyalektik süreç için zemin hazırlayacağı görüşündedir. Kant’ın aksine akıl, karşıt düşüncelerin özdeşik haliyle varılan bir sonuçtur. Bu görüşü ile Diyalektik Materyalizm’in zemininde etkin olmuştur; ama aklı ve zekâsı olması gerekenden daha az olan insan, düşünceleri nasıl harmanlayacak ve özdeşleştirebilecektir? Düşünceleri, akla giden yolu bulabilecek midir? Değişken bir sonuçta aklın gücü nasıl korunabilecektir?
İnsanın akıl kadar önemli bir başka donanımı olan zekâsının ne kadar etkili olabileceği düşünüldüğünde, aklın ne kadar kullanılabildiğinin anlaşılmasıyla, zekânın kullanılmaya hazır bir enerji kaynağı olduğu anlaşılacaktır. Zekâ olmadan aklın faaliyetlerinin durması asıl önemini ortaya koysa da akıl olmadan da zekâ hiçbir değer taşımayacaktır. Aklın, analitik bir potansiyel olduğu anlaşıldığında; işlevsel açıdan bir faaliyete ihtiyaç duyacağı ortaya çıkar. Böylelikle birbirinden ayırmak pek de kolay olmaz. Yapışık ikizler gibidirler. Sırt sırta verdiklerinde hem yaşamı, hem hayatı doğrudan etkileyeceklerdir. Hiçbirinin tek başına potansiyel olarak değer taşımadığı zannı uyansa da aklın, daha önde olabileceği düşünülecektir. Elbette akıl, bir insanın sahip olması gereken en üst düzey etkin gücüdür. Yapabilme, çözebilme, kavrama, hükme varabilme, bağlantı kurabilme ve bir şeyin alternatifini düşünebilme yeteneklerini üstlenir.
Öte yandan mistik anlamdaki iman ile aklın yan yana anılmasının asıl nedeni, bir şeyin çözümüyle aklın işleyeceği içindir. Mistik derinliğin bir çözüm sonucunda varılabileceği düşünüldüğünde, akıl yürütülerek inanma gerçekleşebilecektir. Kur’an’da; “Akıl etmez misiniz?” sorusunun tekrarlanması, aklın insanı nasıl bir yere taşıyacağı veya taşıyamayacağı anlatılır. Onun için aklı yeterli düzeyde olan insana hükmetmektedir. Akıl ettiğimizde anlayabilme becerisine kavuşuruz. Akıl edemediğimizde en basit bir sayısal değerin bile anlamı çözülemeyecektir. 2+2’nin sonucunu akıl edemediğimizde, 4 ettiği anlaşılmaz. Öğrenme etkinliği zekânın fonksiyonu olurken, anlama görevini akıl üstlenir. Nerede bir 2+2 görülürse, 4 edeceği zekânın gücü ile ezbere söylenebilecektir; ama 2+3 ün 5 edebileceği, akıl yürütüldüğünde çözülebilecektir. Kur’an’da tekrarlanan bir başka cümle; “Hiç düşünmez misiniz?”dir. Düşünebilme becerisi ile de ilişki kurularak ortak paydada değerlendirildiğini görürüz. Sık sık kullanılmasıyla aklın tezahür şekli olan düşünebilmenin de gücü konumunda olduğunu anlarız. Analitik çözümlerin asıl gücü, akıldır; ama zekâ seviyesinin azlığı aklın çalışma alanlarını kısır bırakacaktır. Hatta durdurabilecektir. Elbette aklın da yokluğu zekâda, şişirilen balonun bir anda boşalmasındaki gibi dengesizlikleri doğurabilecektir. Hayatın olmazsa olmazları konumunda olan akıl ve zekâ, her zaman en üst değerde tutulması gerekecektir.
Kapasite kullanımı açısından zekânın etkinliği düşünüldüğünde; az veya çok olmasının yanında akıl tarafından ne kadar kullanıldığı öne çıkar. Eylemsel durumlarda etkin olan akıl, yaşamın anlaşılmasında da başrol oynar. Anlaşılmayan bir yaşamın hiçbir değerinin olmaması, bireysel kazanımların da önemini yok edecektir. Etkinliği gözlenemeyen zekâ, aklın da etkinliğini azaltır. İnsana hediye edilen en değerli donanım olduklarının farkındalığı ise insanın en üst düzey bilincidir.
Ahmet Bayındır
Eğitim ve Davranış Bilimci
Yaşam Koçu
İlişki ve Evlilik Danışmanı